Olimpos Rpg Percy Jackson ve Olimposlular ile Olimpos Kahramanları serilerinden esinlenilerek oluşturulmuş, zirvedeki rpg forum sitesi. |
|
| Lucianna Fackrell vs Adrian Black | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Lucianna Fackrell vs Adrian Black C.tesi Kas. 27, 2010 10:57 am | |
| Her zamanki kendimden emin gülümsemem suratımda yine boy gösterirken uzun, dalgalı saçlarımı at kuyruğu yapmakla uğraşıyordum. Herkes bana tekrar tekrar aynı hatırlatmayı yapıp duruyordu; "Özel güçlerini kullanman yasak." Bu zaten artık beynime kazınmıştı! Adrian'ın yapacağı hamleleri önceden öğrenebilmek zevkli olurdu ve kimse bunu yaptığımı fark edemezdi -zaten onun için uyarı yapıp duruyorlardı- lakin kendime çok güveniyordum ve kişiliğimle pek uyuşmasa da düellolarda hile yapmayı sevmezdim. Ah, tabii karşımdaki kana susamış bir canavar değilse... Adrian'ın hiç de canavara benzer bir hali yoktu. Yani... Ares çocuğu olmasının getirdiği öfke, savaşma aşkı ve şiddete duyulan zaaf dışında desem daha doğru olur. Bakışlarımı ona yönlendirdim ve gözlerimi kıstım. Daha önce beni savaşırken çok kez görme fırsatı olmuştu ama hiç kılıcımı ona doğrultmamıştım. Suratında benimkinin eşi takmaz ve güven dolu bir ifade vardı ama bakışlarının ardında gizlenenleri anlamak için telepati yeteneğime ihtiyaç duyduğum pek söylenemezdi; o da daha önce hiç bana doğrultmamıştı kılıcını, bunu yapabileceğinden de pek emin değil gibiydi. Düellonun başladığını belirten düdüğün çalmasının ardından, kısa zamanda ona yapması gerektiğini gösterecektim çünkü karşımdaki kişi erkek arkadaşım da olsa, kazanana kadar rekabeti tüm gücümle sürdürürdüm, bu benim bir numaralı prensibimdi. Aslında... onun bakışlarında tereddüdü açık bir şekilde görememek, zor zaptettiğim titremenin ellerimdeki hakimiyet alanının genişlemesine yol açıyordu biraz. Her saniye onun "Aslına bakarsan... işin bu kadar ciddileşeceğini tahmin etmemiştim. Henüz düdük çalmamışken, vaz geçelim gitsin." şeklinde bir cümle kurmasını beklerken buldum kendimi. Bu, Melez Kampı'nın kılıç eğitmenine hiç yakışmıyordu. Derin -ve kesinlikle titrek olmayan- bir nefes alarak içimden, "Topla kendini Lucy, kazanacağın zaten aşikar." dedim. Adrian gerek babasından ona geçmiş olan refleksleri, gerekse antrenman yaparak geliştirdiği hamleleri ile, kesinlikle bir 'savaş makinesi' benzetmesine tam oturacak biriydi. Fakat daha önce benden veya yardımcı eğitmenlerimin birinden kılıç kullanma konusunda ders almamıştı, bu da onun yeknesak manevralardan ibaret bir savunma koordinasyonuna sahip olmasına neden oluyordu. Ayrıca, teknik açısından zayıftı, iç güdüleriyle, tamamen fevrilikle savaşırdı. Bu özellikleri kesinlikle ondan bir adım önde olmamı sağlıyordu. Tabii ki kendini çok geliştirmiş bir -kendimi tatmin etmek için ona yakıştırdığım sıfatla- amatördü ama ben, kendisini pek sevmesem de sağ duyu sahibi babam sağ olsun, okuma-yazmayı sökmeden evvel başlamıştım kılıç tutmaya. Babası Tanrı Ares'i bile bir keresinde yenmiştim düelloda; kimse benim kötü bir kılıç kullanıcısı olduğumu söyleyemezdi. O, Ares çocuğu olduğu için savaşçı kişiliği nedeniyle kendisini benden daha şanslı ve konuya hakim hissedebilirdi ama benim annem Bilgelik Tanrıçası'ydı, kılıçta olduğu kadar mükemmel yararlanamasam da beynim dünyanın %99'undan çok daha aktif çalıştığını rahatlıkla iddia edebilirdim. Tabii bir de yıllar içinde iyice geliştirmiş olduğum hızlı reflekslerim vardı. "Kırka yakın drakonla tek başına yüzleştin ve hayatta kalmayı başardın sen." dedi kafamın içindeki o çok sevdiğim, gururumu okşayan ses. Gerçekten de öyleydi; bırakın drakonları, Minotor haklamış, koleksiyonuna Medusa'nun vücudundan ayrılmış kafasını katmış bir kahramandım ben. Yüzleşmek üzere olduğum kişi onunla birlikte olabilmek için her şeyden vaz geçtiğim Adrian'dı evet, ama ben yine aynı Lucy'ydim. Lucy, hırslıydı, konu kılıçların karşılaşması oldu mu öfkeliydi, durmak bilmezdi ve kazanana kadar hedefine ulaşmaktan bir an bile vaz geçmezdi. Ben, hayata gelme nedenimin kılıç kullanmak olduğunu düşünürken, karşımda onun için bir an bile tereddüt etmeden canımı verebileceğim Adrian duruyor olsa bile, kazanırdım. Damarlarımda akan, altın sarısıyla kuvvetlendirilmiş kanda bile bunu hissedebiliyordum. Etrafımdaki uğultulara kulak asmamak için kendimi fazla kasmama gerek yoktu, bir süre önce Titan Atlas yüzünden geçirdiğim travma döneminde istem dışı olarak tüm düşüncelerin yansımalarını her an, her saniye zihnimde işitmeye başlamıştım ve bu sorunu çözmeyi başarana dek, odak noktamı istediğim olguya ayarlama konusunda epeyce antrenman yapma imkanı bulmuştum. Şimdi, taşmaya yüz tutmuş tirübünler zerre kadar dikkatimi dağıtmıyordu. En ön sıralarda oturan Afrodit kızları gözlerimi yaşartacaklardı; hepsinin hayatlarında ilk kez bir düello izlemeye geldiklerinden emindim. Eh, işin içinde, kıyısında köşesinde, ufacık bir kenarında aşk oldu mu, onları kimse tutamazdı zaten. İzleyiciler arasında kardeşlerim, dostlarım, yakın olduğum hemen hemen herkes vardı. İşin kötüsü, daha önce ders verdiğim ve çeşitli hatalarını yüzlerine vurduğum sayısız melez de seyirciler bölümünü renklendirmekteydi. Egomu hüsrana uğratmak, kesinlikle böyle bir ortamda isteyebileceğim en son şeydi. Aslında, bunun olma ihtimalinin düşüklüğü beni az da olsa rahatlatıyordu. Zor bir durumla karşı karşıya kalma ihtimalime karşı, aklımda birbirinden dahice birkaç plan vardı elbet; Adrian'ın düşüncelerini okumam veya zihnine emir vermem yasaktı ama, bu kural sadece onun beynine hükmetmemem gerektiğini açıklıyordu bana. Kimse düello alanının az ötesinde duran, elinde ben kazanırsam etrafa saçmak için konfeti tutan ve bu iş için bizim Robyn'den ciddi drahmi almış küçük çocuğa hükmetmememi tembihlememişti bana. O bilindik çarpık gülümsememin suratıma yerleşip Adrian'ı kuşkulandırmaması için surat kaslarımı tüm gücümle sıktım. Kendimi karşılaşmaya hazırlarken ansızın hakemimiz Tanrı Ares'in yanıbaşımızda bitmesi ve açıklama yapmaya başlaması üzerine hafifçe irkildim, bunun dışarıdan fark edilmemiş olmasını umuyordum. "Evet, ikiniz de kuralları biliyorsunuz, uzun uzun açıklamama gerek yok. Öldürme yok, özel güç yok, dışarıdan yardım almak yok vesaire. İkinize de bol şans diliyorum. Hazırsanız, düelloyu başlatacağım." dedi Tanrı. Sözlerini, şimdiden kendilerinden geçmiş pür dikkat önlerinde yaşanacak aksiyonu izlemeye odaklanmış coşkulu kalabalığın sinir bozucu haykırış, ıslık çalma ve alkış sesleri izledi. Adrian'a laubali bir 'hala korkudan düşüp bayılmamış olman şaşırtıcı' bakışı attım. Cevabını bana değil, düellomuzun hakemi olduğu için kendimi bir basamak altta hissettiğim heybetli babasına verdi: "Ben hazırım." Enteresan. Bu güçlü ses, onun düellomuzu uzun zamandır heyecanla beklediği üzerine bir teorinin aklıma yerleşmesine neden oldu. "Ben dünden hazırım!" dedim, onunkinin on katı daha vurdum duymaz, her şeyi yakıp yıkabilecek kadar öz güvenli bir ses tonuyla. Sahi, madem hazırdım, neden Tanrı Ares başlamamız komutunu vermek için tuttuğu kırmızı, onun ellerine oranla minicik olan düdüğü vurdum duymazlıkla kasılmış dudaklarına yaklaştırırken Adrian ile düello yapmaya karar verdiğimiz an aramızda geçen konuşma aklımdan gitmiyordu? Acaba gerçekten de bakışlarımdaki kararlığın aksine birbiriyle çakışan düşünceler mi oluşturuyordu iç sesimi? Öyleyse, bu kadar kendimi kaptırmış, bilekliğimin kılıcım Nefesalan şeklini almasını sağlarken gerçekten de kazanacağımdan emin miydim? Yoksa, kendi becerilerimden çok Adrian'ın bana karşı olan duygularına güvendiğim için mi galibiyeti cepte görüyordum? Bilmiyordum ve... bir fırtına ruhunun çıkardığı kısık ıslık benzeri düdük sesi kulaklarımda yankılandığı an, düşünmek için zamanımın kalmadığını da kavradım. Hafif bir silkelenme hareketiyle zihnimdeki tüm gereksiz düşüncelerden kurtuldum ve kendimi üzerime doğru atağa geçmiş Adrian'dan başka hiçbir şey görmez şekilde düellomuza odakladım. Zaten, karmaşık sorularımın hepsinin cevabını kısa süre içinde alacaktım; bu düello elimin kılıcı ne kadar iyi kavradığını gösterecek olmasının yanı sıra, içimde kopan fırtınanın yersizliğini de kanıtlayacaktı bana. En azından... öyle olacağını umuyordum ve öyle olması için de elimden gelen her şeyi yapacaktım. (Sayın hakem, bu rp'den 10 puan alamazsam sizden nedenini uzun bir döküm olarak bana pm atmanızı rica ediyorum. ) | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Çarş. Ara. 01, 2010 2:25 am | |
| "Kazanan Lucianna Fackrell." Aklım ve mantığım beni terk etmişti bu sözler kulaklarımda yankılanırken. Ne babamın hayal kırıklığıyla dolu sesi, ne üzerinde uzandığım zeminin sertliği, ne de tam tepemizde sıcaklığıyla beni kavurmakta olan Güneş umrumda değildi. Kılıcı Nefesalan'ı boğazıma doğrultmuş olan Lucy'nin arkasından görebildiğim tribünlerdeki kardeşlerim, yüzlerindeki üzüntü ifadesi... Dikkatimi onlar bile çekemiyordu, sadece önemsiz ayrıntılarmış gibiydiler gözüme çarpan. Şu an benim için önemli olan tek şey Lucy'ydi, onun bakışlarıydı. Ruhumu kasıp kavuran onun mavi gözlerindeki öfkeydi, merhametten yoksun bakışlarıydı. Bir Ares çocuğu olarak hırs ve öfke benim aşina olduğum duygulardı, ama onun gözlerinde değil... O bakışlar bana doğrulmuşken değil... Canımı yakan düelloyu kaybetmiş olmam değildi; unutulan sözler, tutulmayan yeminlerdi. Onun aşkını kaybetmiş olma ihtimalimdi... İçinde boğulduğum bu düşünce anaforundan kurtulmama, yeniden kendine gelmeme sebep olan şey de onun bakışlarıydı. Düello henüz başlamamıştı bile, ama ben kendimi kaybetmeye başlamıştım. Bu zaten alışık olduğum bir durumdu, onun gözlerine her baktığımda başıma geliyordu nasıl olsa. Ama bugün bunun olmaması gerekiyordu; çünkü karşımdaki sevgilim değil, ölümüne savaşacağım bir rakipti. Kendimi toplamaya çalıştım bu yüzden, zaaflarımı ona belli edersem bunu çok iyi kullanabilirdi Lucy. Peki ya ben? Onunla savaşırken elimden geleni yapabileceğimden pek emin değildim, zira birçok kez tanık olmuştum kalbimin mantığıma karşı galip geldiğine. Bu düelloya sebep olan konuşmamız aklımdan gitmiyordu hala, hangimizin düello konusunda daha iyi olduğuna dair aptalca bir tartışma... Oysa işler bu noktaya gelmeyebilirdi, hiç mi hiç gerek yoktu kılıçlarımızı birbirimize doğrultmaya. Onun da aklında aynı şeylerin olup olmadığını merak ettim, ama daha bunu düşünmeye fırsat bile bulamadan kafamdaki bir ses cevap verdi; "Hatırlamıyor musun kano yarışında o kılıcı sana nasıl fırlattığını?" Çok iyi hatırlıyordum tabii, o günü nasıl unutabilirdim ki? İçimdeki sese hak vermemek elde değildi, herhangi bir rekabet söz konusu olduğunda Lucy'nin bana karşı olan duygularını çok kolay unutabileceğini biliyordum. Benim yapmam gereken de buydu işte, yapmam gereken tek şey kendim olmaktı. Kim olduğumu hatırlayıp, onun kim olduğunu unutmaktı. Artık tüm dikkatimi yapacağımız düelloya vermem gerekiyordu, şu ana kadar kimseye karşı kaybetmemiştim ve bu ilki yaşamak gibi bir niyetim yoktu. Karşımdaki kişi Lucy bile olsa... Uğruna her şeyden vazgeçebileceğim, kalbimin sahibi olan kişi de olsa kaybetmeyi göze alamazdım. Zaten şüphelerimin ve korkularımın beyhude olduğunu biliyordum, düello başlayınca hepsi geçecekti. Savaşırken kalbime ihtiyacım olmayacaktı nasıl olsa, sevgi ve merhamet gibi duygular terk edecekti ruhumu. Yoksa bunlar sadece kendimi avutmak için miydi? Hayır, savaşma arzum ve hırsım gözümü kör edecekti mutlaka. Elim kılıcımı kavradığında benim için tek önemli olan şey bu düelloyu kazanmak olacaktı. Ve bunu başarabilirdim. Onun kamptaki en iyi kılıç ustası olduğunu inkar edemezdim, buna kendi gözlerimle de tanık olmuştum birçok sefer. Zeka ve strateji konusunda da benden üstündü, Hoover Barajı'nda bunu kanıtlamıştı bana. Ben kendimi canavarların ortasına atıp onlara karşı umutsuz bir mücadele verirken, Lucy onları bir çembere hapsedip tek tek avlamayı benden çok daha önce akıl etmemiş miydi? Yine de onun meziyetleri zekası ve yaratıcılığıyla sınırlıydı, ben ise kelimenin tam anlamıyla savaşmak için doğmuştum. Önüme çıkan her şeyi yok etmeye programlanmış mekanik bir savaş makinesiydim. Kararlılık ve öz güven ise sahip olduğum en büyük özelliklerdi. Bu savaştaki en büyük avantajım ise kuşkusuz özel güçlerin yasaklanmış olmasıydı. Onun düellolarda en çok güvendiği şey olan düşünce okuma yeteneğiyle uğraşmak zorunda kalmayacaktım. Gerçi kimseye fark ettirmeden de bunu yapabilirdi, ama Lucy'i bu tür oyunlara başvurmayacağını bilecek kadar tanıyordum. Zihin gücünden yoksun olması onun için önemli bir kayıptı şüphesiz, ama buna güvenerek bu düelloyu cepte görmek muhtemelen yapabileceğim en büyük aptallık olurdu. Kamptaki herkes bu düelloyu izlerken, tüm bakışlar sadece ikimize doğrultulmuşken onun da kaybetmemek için elinden gelenin en iyisini yapacağı kesindi. Kimler yoktu ki izleyenler arasında? Kamp müdiresi ve aynı zamanda Lucy'nin annesi olan Tanrıça Athena ilk gözüme çarpandı, büyük bir keyifle düellonun başlamasını beklediğini anlamak için Lucy'nin zihin okuma yeteneğine sahip olmama gerek yoktu. Kızına zarar gelmesini istemezdi herhalde, ama hiçbir şey bu düelloda Lucy'nin beni öldürmesi kadar mutlu edemezdi onu. İlişkimizi onaylamadığını tüm kamp biliyordu, zaten o da bunu saklama gereği duymuyordu. Benden nefret ettiğini belli etmek için eline geçen her fırsatı kullanıyordu. Soğuk ve korkutucu bakışları zaten her daim üzerimdeydi. Ama bugün bunun hakkında düşünüp dikkatimi dağıtamazdım. Sadece benim değil, herkesin dikkatini üzerlerinde toplayan ise kardeşlerim, Ares çocuklarıydı. Kırmızı zemin üzerine altın sarısı harflerle adım yazılı olan birbirinden güzel pankartlar hazırlamış, coşkuyla tezahürat yapıyorlardı. Tribündeki en ateşli taraftar topluluğu onlardı muhtemelen. Onları böyle görünce öz güvenimin zirveye ulaştığını hissettim, kardeşlerimi hayal kırıklığına uğratmamak için mutlaka kazanmalıydım bu düelloyu. Bu düşüncelerdi beni tekrar düelloya odaklayan, kararlılığım ve öz güvenim zirveye ulaşmıştı şimdi. Duygularım ve bakışlarım tereddüt içinde değildi artık, kesin ve nettiler. Artık tek arzum arenadan muazzam bir galibiyetle ayrılmaktı. Gözlerim Lucy'nin gözleriyle buluştuğunda bile kararlılığım hiç azalmadı, onun gözleri benim en büyük zaafımdı oysa. Ona da vermek istiyordum bu mesajı; "Bu düelloda merhamete yer yok." Lucy de anlamış olmalıydı bunu bakışlarımdan, kısa bir an için de olsa afallaması bunu gösteriyordu. Ama çabuk toparladı kendini. Onu çok iyi tanıyordum, o da benim gibi içinde en ufak bir tereddüt olduğunu göstermek istemezdi bana. Artık bu düellodan vazgeçmek için çok geçti, ikimiz de bunu çok iyi biliyorduk. Kılıçlar çekilmiş, geçmiş unutulmuştu çoktan. Tribünler yok olmuş, seyircilerin çıkardığı sesler duyulamaz olmuştu artık. Delice atan ve gereğinden fazla cesur olan bir kalp ile asla merhamet göstermeyeceğim bir rakip vardı sadece arenada. Bir de kollarımdaki bilekliklere sıkıştırılmış iki sadık hizmetkarım; kılıcım ve gürzüm. Silahlarım aklıma geldiğinde bu savaşa ne kadar hazırlıksız olduğumu bir kez daha fark ettim. Lucy günlerden beri hazırlanıyor olmalıydı düellomuza, oysa ben ne bir plan yapmıştım, ne de bir strateji üzerinde düşünmüştüm. Artık bunun için çok geçti zaten, ama birkaç şeyi de düşünmem gerekiyordu artık. Gürzümü kullanmam çok saçma olurdu, onunla Lucy'nin hızlı ve güçlü kılıç darbelerine asla dayanamazdım. Assassin's Curse her zamanki gibi harika bir sürpriz olacaktı en beklenmeyen anlarda. Kılıcım ise benim için bir kez daha çarpışmaya hazırdı. Şu ana kadar hiç hayal kırıklığına uğratmamıştı beni Assassin's Heart. Karşılaştığımız her engeli, önümüze çıkan her düşmanı yenmemiş miydik beraber? Kimlere itaat ettirmemişti ki bu kılıç? Titan Atlas'ın karşısında bile dimdik durduysam, bu bana babamdan yadigar olan kılıcım sayesindeydi. O da artık düellonun başlamasını bekliyordu sabırsızca, bunu hissedebiliyordum. Bu düelloda kalbime ihtiyacım olmayacaktı gerçekten, çünkü savaşırken benim kalbim bir iskambil kartının üzerinde olacaktı; 'Kupa As'. Düellonun başlamasına çok az bir zaman kalmıştı artık, Tanrı Ares yanımıza gelip son uyarılarını yapmış, hazırsak düelloyu başlatacağını söylemişti. Lucy'nin bakışları değişirken onun yüzüne oturtmaya çalıştığı alaycı ifadeyi fark etmemem çok zordu. Ama fazla önemsemedim bunu, babama dönerek kendimden emin çıkması için epeyce uğraştığım bir sesle "Ben hazırım." dedim. Lucy'nin heyecanla benden daha hazır olduğunu haykırması umrumda bile değildi, sadece küçük bir tebessüm oluşturmuştu yüzümde. Öfkemi düelloyu saklıyordum, kontrollü olacaktım her şeyden önce. Sağ kolumdaki bileklikten Assassin's Heart'ı çıkarıp kılıç formuna çevirirken, Tanrı Ares'in tiz bir ses çıkaran düdüğü çalarak düelloyu başlattığını fark ettim. Başımı kaldırdığımda ise tek görebildiğim elinde kılıcı Nefesalan ile Lucy'ydi. Kılıcın çıkardığı ışıltıdan olsa gerek, diğer her şey yok olmuştu sanki. Uçsuz bucaksız bir karanlık hakim olmuştu görüşüme, tek ışık kaynağı ise Lucy'nin yüzünü de aydınlatan Nefesalan'ın parıltısıydı. Ama o hafif ışık da kayboluyordu gitgide, karanlık onu da emiyordu hızla. Birkaç saniye sonra o da terk etmişti beni, artık tamamen karanlıkta kalmıştım. Yapayalnızdım, ne bir şey duyabiliyor, ne de görebiliyordum. Arenaya geri dönmem gerekiyordu, ama zihnim ve düşüncelerim bedenimi terk etmişti. ~ Aniden her yer aydınlandı, parlak bir ışık hakim oldu gözlerime. Bir flaş patlamasını andıran bir görüntüden sonra ise kendimi başka bir yerde buldum, sanki arenanın kuraklığına gönderme yaparmış gibi yeşil ve canlı olan bir yerdeydim. Ayaklarımın altında kum ve toprak değil, yemyeşil çimler vardı. Etrafım tribünler ve seyircilerle değil; çiçeklerle, ağaçlarla bezenmişti. Her şey o kadar güzeldi ki, rüyada gibiydim. "Elisyum'a mı geldim acaba?" diye içimden geçirirken, Athena'nın düello başlamadan önce beni bir anda öldürmüş olabileceği ihtimali üzerinde düşünüyordum. Ama hayır, Elisyum'u hak edecek kadar iyi biri de değildim ki. Ayrıca oranın bu kadar ıssız olacağını hiç düşünmüyordum, sanırım benden başka kimse yoktu burada. Tam bunlar aklımdan geçiyordu ki, bir anda karşımda belirdiler. Benim yaşlarımda bir çocuk ve bir kızdı bunlar. Ama görüntüleri biraz bulanıktı, sanki bir ilüzyon gibiydiler. Bir ağacın altında el ele tutuşmuş, sessizce konuşuyorlardı. Ne konuştuklarını duymak mümkün değildi bulunduğum yerden, onlara yaklaşmak istesem de vücuduma hareket etmesi için itaat ettiremiyordum. Ancak görüntü giderek netleşiyordu, ve görüntü netleştikçe hafızam da canlanıyordu. Bu iki kişi ben ve Lucy'den başkası değildi! Bu ilk başta çok garip gelse de, -kendimi bir kızla el ele tutuşmuş vaziyette görmekten bahsediyorum elbette- bu duruma alışmak hiç güç olmamıştı nedense. Artık çok iyi hatırlıyordum, ona hislerimi ilk kez itiraf ettiğim gündü bu. Bulunduğumuz yer de o gün bir mantikoru buharlaştırdığımız 'Fort Green Park'tı. Bu parkın bu kadar güzel olduğunu o zaman fark edememiştim. Hoş, nasıl fark edebilirdim ki bunu? O gün çok sarhoştum, ama bunun sebebi içki değil, yaşadığım mutluluktu. Birden dikkatimi çeken bir ses duydum, kanat sesleri... Siyah bir pegasus yavaş yavaş görüş alanıma girerken karanlığın beni tekrar esir aldığını fark ettim. Miracle onların yanına değil, benim üzerime doğru uçuyordu. Tam bana çarpacak kadar yaklaştığında ise her şey tekrar kayboldu. O garip hissi tekrar yaşadım, karanlığın içinde sıkışıp kalmışım gibi hissettiren o duyguyu. Daha sonra ise tekrar aydınlandı her yer, karanlığın içinde bir Güneş doğuyordu. Turuncu bir Güneş'ti bu, batmak üzere olmalıydı. Sonrasında ise her şey daha da belirgin olmaya başladı, içinde bulunduğum durumda asıl garip olan şey ise, suyun üzerinde duruyor olmamdı! Önümdeki Güneş ile aramızda bir göl belirdi yavaş yavaş. Gölün üstünde küçük bir kano, kanonun içinde de iki genç çocuk... Ah, dejavu yaşamanın tam sırası! Bu kanodaki iki genç de ben ve Lucy'ydik. Görüntü netleşince ikisinin de ellerindeki yüzüklerin çıkardığı ışıltı dikkatimi çekti, bunlara bakıp gülümsüyorlardı birbirlerine. Ah, dışarıdan izleyince ne kadar da aptalca görünüyordu böyle? Birbirlerine ne söylediklerini duyamıyordum yine, ama çok iyi biliyordum. Lucy'nin dudaklarının hareketinden bile anlayabilirdim o 'Seni Seviyorum' sözünü. Birkaç saniye sonra ise bir anda çocuk -ben oluyorum tabii bu çocuk- dikkatlice kıza yaklaşmaya başladı, şimdi ne olacağını anlayabilmem için bu anı daha önce yaşamış olmama gerek yoktu. Dudakları birbiriyle buluştuğunda kalbim yerinden çıkacak gibi oldu, onlara bakmaya devam edersem kalbim beni yarı yolda bırakabilirdi. Sımsıkı kapadım gözlerimi... ~ Gözlerimi tekrar açtığımda arenaya geri dönmüş olduğumu anladım, daha doğrusu buradan hiç ayrılmamış olduğumu... Gördüklerim sadece birkaç anıdan ibaretti, ama öyle gerçek görünüyorlardı ki gözüme, buna inanmakta güçlük çekiyordum. Bu görüntüleri sadece birkaç saniye içinde görmüş olmalıydım, Tanrı Ares'in düdüğünün çıkardığı ses yeni kesiliyordu çünkü. Artık düello başlamıştı, Lucy'nin bana ve kılıcıma sabitlenmiş kararlı bakışlarından da anlayabiliyordum bunu. Hiç kimse gibi onun da haberi yoktu az önce gördüklerimden, tekrar yaşadığım anılardan. Ve bunların üzerimde bıraktığı etkiden... Bu etkiden kurtulabilmem için beni tekrar düelloya bağlayacak bir şeye ihtiyacım vardı. Bunun cevabı ellerimde duruyordu, kılıcımı ellerimle sıkı sıkı kavradığım an hissettim bunu. Assassin's Heart'ı havaya kaldırdığımda ise içimdeki duygular güçlendi, yapmam gereken şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordum şimdi. Savaşırken her zaman yüzümde oluşan korkunç ifadenin şu an da yüzümde belirdiğini hissedebiliyordum, delice atan kalbimi susturabilmek için yapmam gereken şeyi yaptım ben de; kılıcımla Lucy'nin üzerine doğru koşmaya başladım. Artık duygularımızın, dudaklarımızda eskimiş olan kelimelerin bir önemi yoktu. İkimiz de çok iyi biliyorduk ki, bunların hepsi bizi yarı yolda bırakmışlardı. Artık tek gerçek bu düellonun sadece bir galibinin olacağıydı... |
| | | Athena Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Mesaj Sayısı : 5210 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Çarş. Ara. 01, 2010 7:54 am | |
| (Out* Adrian, 3 günlük süreyi 15 saat kadar geçirmişsin. Hakem zaten uyarırdı ama fark etmişken belirtmek istedim ben. -* Düello yapan taraflardan biri, üç gün boyunca rp'yi devam ettirmezse, galip otomatik olarak diğer taraf olur. Bu nedenle iki taraf da düelloya başlama tarihi konusunda anlaşmalı. (Mazeretleriniz kabul edilmeyecek, online olamama gibi bir durumu olanlar düelloya katılmasın.)- Ama iyi gidiyorsunuz, sanırım Lucy için zaman aşımı sorun olmaz. Bir istisna olarak düelloyu devam ettirebilirsiniz.) | |
| | | Ares Tanrı
Mesaj Sayısı : 573 Kayıt tarihi : 17/10/10
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Perş. Ara. 02, 2010 5:55 am | |
| (Arkadaşlar lütfen böyle uzun yazmayın. Hem okumakta zorlanıyorum hem de imla hatası bile yapsanız fark edemiyorum.)
Lucianna, böyle güzel rpler yazmaya devam et. Kurgun çok güzeldi, imla hatan yoktu ya da ben göremedim. Akıcılık ve betimleme de güzeldi, puanın 10.
Adrian, sen de böyle güzel yaz ama biraz daha kısa yaz. Kurgun güzeldi, imla hatan yoktu ve dediğim gibi ya da ben göremedim. Akıcılık ve betimleme de güzeldi, puanın 10. | |
| | | Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Cuma Ara. 03, 2010 3:12 am | |
| (Teşekkürler. Zaman aşımı da sorun değil.^^ Pekala, kısa yazıyorum o zaman. Yalnız Adrian benden daha uzun yazarsa bozuşuruz. //Hatta kural getiriyorum: maksimum 20 satır. Her postta bir savunma, bir atak.) Kulaklarımda gök gürültüsünü andıran bir ses yankılandı. Kılıcımı tuttuğum sağ elimde hafif bir titreme başladı ama kendimi sıkarak hemen geçmesini sağladım. Sol elimi de Nefesalan'ın kabzasına yerleştirdim. Sağ ayağım, sol ayağımdan birkaç santim daha önde duruyordu, dizlerimi hafifçe kırmıştım. Ares oğlu -evet, düello bitene kadar benim için sadece Ares oğluydu- son hızla üzerime doğru geliyordu ve hamlesini engellemek için tüm gücümü ellerimde toplamam gerekiyordu. Eğer karşısındaki sıradan bir melez olsa, büyük ihtimalle böyle güçlü bir kılıç darbesi nedeniyle yere yapışırdı fakat ben bu tarz güç gerektiren manevralarla başa çıkmasını iyi bilirdim. Neticede kılıcı ve kılıcım havada çarpıştığında, kulakları kamaştıran o sürtünme sesi ayaklarımın yerinden oynamasına bile sebep olmadı. Suratıma 'yapabileceğinin en iyisi bu mu?' dercesine artist bir ifade yerleştirerek yüzüne, benim yüzümün çok yakınında olan gözlerine baktım. Adrian gülmüyordu. Hatta bana suratında daha önce hiç görmediğim kadar korkunç bir şekilde bakıyordu. Yaptığım onu kızdırmıştı ve bu benim daha da çok sinirlenmeme neden oldu. Ne yani? Bu kılıç darbesini zarar görmeden atlattığım için mutlu olmasını mı bekliyordum gerçekten? Ben nasıl Athena kızıydım... Hızlıca soluyarak biraz kendime geldim ve onun bir anlık boşluğundan faydalanmak isteyerek kılıcımı sol elime geçirdim, hedef aldığım noktası sağ omzuydu ama önünde hızla dönüp birkaç adım yana kayarken bunu fark ettirmediğimden adım kadar emindim. Kendini korumak için kılıcını göğsüne ideal uzaklıkta, çapraz bir biçimde tutuyordu. Ah, işte benden ders almamış olmasından kaynaklanan bir eksikliğiydi bu; hamlemden kurtulmak için yapması gereken tek şey iki adım sağa kaymaktı ama ne yapacağımı henüz anlayamadığı için kılıcını kendine siper etmeyi seçmişti. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Paz Ara. 05, 2010 4:28 pm | |
| Lucy'nin ilk hamlemi böyle kolayca savuşturmuş olması sinirlerimi bozmuştu. Bir yandan da mutlu olmuştum sanki, ona bir zarar vermediğim için. Ama o benim yaşadığım bu tereddütten faydalanmasını bildi tabii ki, kılıcını sol eline alıp ben henüz savunmamı bile tam olarak oturtamamışken omzuma doğru savurdu. Bu hamlesine oldukça hazırlıksız yakalanmıştım, Nefesalan zırhımın zayıf olduğu omzuma saplanmış, beni acı içinde bırakmıştı birkaç saniye sonra. Tribünlerde oturmuş düelloyu izlemekte olan seyircilere de yansıdı bu hareketlenme, şimdi birçoğu sevinç çığlıkları atıyorlardı. Omzumdan akan kanlar ve bunun bana getirmiş olduğu acı yüzünden geriledim birkaç adım, hazırlıksız yakalanıp bir saldırıya daha hedef olmak istemiyordum çünkü. Acı her zamanki gibi bana güç veriyordu, ama bana güç veren tek şey de değildi bu. Eğer bu savaşta ilk olarak ben Lucy'i yaralasaydım çok daha kötü hissederdim, ancak şimdi içimde her an belirebilecek olan suçluluk duygusundan eser kalmamıştı. Duygusal boyutta da bir avantaj sağlamıştı bu saldırı bana, yine de garip geliyordu bu. Daha önce hiç kimseyle savaşırken duygularım işin içine girmemişti, oysa savaşta duygulara yer olmaması gerekiyordu. En azından bu düelloda... Zor da olsa bir kenara atmayı başardım zihnimdeki düşünceleri, kılıcımı daha sıkı kavrayarak kendimi düelloya odakladım yine. Omzumdaki yaranın verdiği acıya odaklanmaya çalıştım öfkemi arttırması için. Başarılı da oldu, şimdi tüm gücümle ona tekrar saldırabilirdim. Tek dezavantajım ise, kılıcı tuttuğum kolumun yaralanmış olmasıydı. Yine de beni engelleyemezdi bu, kafamda hemen bir saldırı planı hazırlayıp bunu uygulamaya koyuldum. Kılıcımı sağ elimle kaldırıp Lucy'e doğru koşmaya başladım, o savunma pozisyonunu alırken de planımın kusursuz bir şekilde işlemesi için gerekli olan her şeyi düşünüyordum. Eğer Lucy beklediğim hamleleri yapmazsa planda ani bir değişiklik yapıp saldırımı değiştirmek zorunda kalabilirdim. Neyse ki böyle bir şey olmadı, sağ elimle kavradığım kılıcımı kaldırıp Lucy'nin kılıcına vurduğumda onun savunması tam da istediğim şekildeydi. Kılıçlarımız metalik bir ses çıkarıp çarpıştığında, vakit kaybetmeden kendi etrafımda hızlı bir dönüş yapıp diğer taraftan vurdum Lucy'nin kılıcına. İstediğim etkiyi yapmıştı bu, Lucy'nin bir adım geriye doğru sendelemesine, savunma pozisyonunun bozulmasına sebep olmuştu en azından. Şimdi ise tek yapmam gereken onun kendini toplamasını beklemeden kılıcımı zırhının zayıf olduğu bir bölgesine saplamaktı. Ama bunu düşünmek bile içimi burktu, Lucy'e bile bile nasıl böyle bir zarar verebilirdim ki? Kalbim ellerime engel oldu mantığımın sesine aldırmadan, ancak bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödeyeceğimin de farkındaydım. Birkaç saniye yeterliydi bu tezimin ispatlanması için, Lucy'nin kararsızlığımı fark ettiğini açıkça belirten o duygusuz bakışlarından anlaşılabiliyordu bu. "Unuttun mu Adrian? Merhamete yer yok bu düelloda." der gibiydi sanki bakışları. Kendimi toparlayıp onun saldırısına hazırlanmak için birkaç saniyeden fazla zamanım yoktu...
(Elimden geldiğince kısa yazmaya çalıştım, yine de uzun olduysa kusura bakma Lucy.) |
| | | Ares Tanrı
Mesaj Sayısı : 573 Kayıt tarihi : 17/10/10
| | | | Lucianna Fackrell Athena'nın Çocuğu/Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 4356 Kayıt tarihi : 22/08/10
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Çarş. Ara. 08, 2010 11:54 am | |
| *Lucianna Fackrell rp'yi üç gün boyunca devam ettirmediği için, Adrian Black kazanmıştır. | |
| | | Misafir Misafir
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Çarş. Ara. 08, 2010 5:15 pm | |
| (Senin bunu belirtme yetkin yok, hakemin açıklamasını bekle.) |
| | | Ares Tanrı
Mesaj Sayısı : 573 Kayıt tarihi : 17/10/10
| Konu: Geri: Lucianna Fackrell vs Adrian Black Perş. Ara. 09, 2010 2:41 am | |
| ''İki taraf da düellodan çekildiği icin düello iptal edilmiştir.'' | |
| | | | Lucianna Fackrell vs Adrian Black | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|