Büyükannem Jane, çiftlik evimizin penceresinden bana seslenmişti, ‘ Claudia ! Hadi içeri gel. Sana turta yaptım.’ ‘Peki büyükanne’ diye bağırarak atım Lady ile son bir tur daha atarak onu ahırına geri götürdüm. Lady ahıra girmek istemediğinden bana zorluk çıkardı ama onu bir avuç küp şekerle ikna ettim. Eğerlerini çıkartarak dolaba astım ve eve geri döndüm. Büyükannem geç kaldığım için söyleniyordu, ‘Turtan soğuyacak tatlım. Soğuk yemek istemezsin değil mi ?’ Büyükannem ne kadar söylensede hayatımda gördüğüm en hoşgörülü insandır o. 3 yaşımdan beri bana o ve büyükbabam bakıyor. Onlar benim tek ailem. Ben Atina’da doğmuşum. Fakat annemle babam ben 3 yaşındayken geçirdikleri bi trafik kazası sonucu ölmüşler. Şu an Amerika, Tennessee, Memphis’teki çiftliğimizde bir petrol şirketi olan büyükbabam ve büyükannemle birlikte yaşıyorum. Çiftliğimiz bir tepe üzerinde yemyeşil çimler içinde kurulu,etrafında beyaz çitlerden oluşan bahçeleri var.
Büyükbabam Peter, bana 9. yaş günümde beyaz midillim Lady’i hediye etmişti. O günden beri en büyük tutkum saatlerce Lady ile dolaşmak. Ve tabii bir de büyükannemin turtalarını yemek. Kendisi dünyadaki en güzel turtaların yaratıcısıdır. Şimdi de ben elmalı turtamı yerken o 17. yaş günüm için pasta hazırlamakla meşgul. Etrafta organizatörler koşuştururken büyükannemde daha önce hiç görmediğim bir telaşa tanık oldum. Sadece heyecan değil, aynı zamanda korkuyor gibiydi. Ya da bu benim hayal gücümdü. Bilemiyordum. Aklımdaki tek şey turtaydı ve başka bir şey de düşünmek istemiyordum.
-----------------------------------------------------
Ben yataktan sıçramadan, büyükannem gelip beni kabuslarla dolu uykumdan uyandırdı. ‘Claudia, tatlım akşam olmak üzere. Hadi kalk misafirlerimiz birazdan burada olurlar.’ Güzellik uykum kabuslarla soba ererken, büyükannemin söylemesiyle yataktan hışımla kalktım. Bakışlarında hala o korkuyu hissediyordum. Bir an önce partinin başlayıp bitmesini istiyordum. Çünkü o bakışlardaki korku ve telaş ancak o zaman geçecek sanıyordum. Kasvetli düşüncelerimi bir kenara bırakıp aceleyle duşa girdim. Duştan çıktım, pembe Armani elbisemi üzerime geçirip saçlarımı yaptım. Makyajımı yapıp aynada kendime baktığım zaman enerjim yerine geldi. Tanrım aynaları seviyordum !
Aşağıya indiğimde büyükbabam takım elbiseleri içinde beni bekliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse James Dean'ın bi 45 yıl sonraki hali gibiydi. Sanırım güzellik genlerim ondan geliyordu. 'Hah! İşte benim küçük prensesim. Bu akşam nasılsınız ekselansları ?', 'Büyükbabaaa! Prenses iyi de artık neredeyse 17 yaşındayım ! Küçük deme lütfen' diyerek mızmızlandım. Evet kabul ediyorum. Hala küçük prenses demesine bayılıyorum ama çaktırmayın. 'Ama sen benim küçük prensesimsin Claudia. Bu değişmez bir gerçek. ' 'Vee.. Küçük prensesler her zaman en iyisini hak ederler.' Çalışma masasının çekmecesinden dikdörtgen bir kutu çıkardı ve bana uzattı. 'Bu nedir büyükbaba ?', 'Açıp kendin görmelisin hayatım.' Büyükbabama 'ne gerek vardı' dercesine bakışlar attım fakat o gülümsemeye devam ediyordu. Kutuyu açtım ve gözlerim aynı anda kamaştı. Hayatımda ilk kez bu kadar elması birlikte görüyordum. Yakutlarla süslenmiş, kenarlarında binlerce küçük elmastan oluşan bir kolye ve küpe setiydi. Ağzım bir karış açık büyükbabama baktım. 'Dediğim gibi, Prensesler en iyisine layiktır.', ' Büyükbaba seni çok seviyorum' diyerek boynuna atıldım. 'Ben de seni çok seviyorum hayatım.' Diyerek beni kucakladı. ' Hadi bakalım büyükannen içeride bizi bekliyor. Bekletilmekten hiç hoşlanmaz bilirsin'
Büyükannem gelen misafirlerle muhabbet ediyordu. Bizi görünce başıyla selamladı ve büyükbabamı yanına çağırdı. Ayakta sohbet ederlerken arkadaşlarım, Mary ve Ashley yanıma geldiler. Ashley elbiseme bayıldığını, söylerken büyükbabam yanında bir adamla yanımıza geldi. ‘Claudia, bu Bay Thompson. Senin koruman. Aynı zamanda şoförlüğünü yapacak. Artık bir genç kızı sürekli yanımızda tutamayız. Bizler yaşlandık öyle değil mi Bay Thompson ?’ ‘Siz hala gençsiniz efendim. Yalnızca torununuzu bana emanet ediyorsunuz. Hepsi bu. Ve ona gözüm gibi bakacağımdan emin olabilirsiniz.’ Adam giydiği takım elbiseye göre daha gençti ve gözüm onu bir yerden tanıyor gibiydi. ‘İşte bu Bay Thompson. Size bu konuda güvenim sonsuz.’ Bir korumaya ihtiyacım yoktu tabi ki ama özel şoför fikrine bayılmıştım. ‘Sizinle tanıştığıma memnun oldum Bay Thompson’ dedim. Adam nezaketle başını eğerek, ‘Ben de sizinle çalışacağım için çok memnunum küçük hanım’ dedi. Büyükbabam araya girerek ‘Gelin Bay Thompson. Sizi eşim Jane ile tanıştırayım.’ İkisi birlikte bizi başlarıyla selamlayarak büyükannemin yanına doğru yol aldılar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde pastamı kestik ve herkes eğleniyor gibi görünüyordu. Ben hariç. Burada ki insanların neredeyse çoğunluğunu tanımıyordum. Genelde büyükannemin dernek arkadaşları ya da büyükbabamın yakın dostları vardı. Ha birde Ashley ve Mary. Fakat onlar şimdiden yok olmuşlardı. Sıkıntıyla bir köşeye oturdum ve Ashley ya da Mary’i beklemeye başladım. İşte ne olduysa tam o sırada oldu. Piyanonun yanındaki pencereler birden parçalandı ve içeriye kanatlı, yarasanın insan boyutlarındaki bir yaratık içeri girdi. İnsanlar birden ne olduğunu anlamayıp kaçışmaya başladılar. Yaratık onların üzerine doğru gidiyordu. Ben olanları büyük bir şok içinde izlerken bir kol beni tuttu ve yukarı kata doğru çekmeye başladı. Neden sonra kendimi odamda buldum büyükannem bir valiz çıkarmış ve benim eşyalarımı içine koyuyordu. Aynı anda ‘kehanet gerçekleşti’ tarzında şeyler söyleyip ağlıyordu. Birden odanın kapısı açıldı ve içeri büyükbabam ile bay Thompson girdi. Büyükbabam yüzümü ellerinin arasına aldı. Ve bana tanrılardan, Atina’dan, annem ve babamdan bahsedip, bir melez kampından söz etti. En azından benim algılayabildiğim kısım melez kampı kısmıydı. Bay Thompson seni oraya götürecek demişti. ‘Ve merak etme her şey yolunda olacak söz veriyorum seni ilk fırsatta görmeye geleceğiz.’ Bu da ne demek oluyordu. Beni nereye yollarlar ? Buna itiraz edecektim ama konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim. Büyükannem beni yanaklarımdan öptü ve Bay Thompson’a emanet etti. Bay Thompson ve büyükbabamla garaja indik ve büyükbabam bana sarılarak veda etti. Bay Thompson valizimi arabanın bagajına koydu. Benim kapımı kapattı ve yola çıktık. En son arabanın arkasından kapanan garaj kapısının orada büyükbabamın el sallayışını izlediğimi hatırlıyorum.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Uyandığımda sabah olmuş kendimi New York - Long Island yolunda bulmuştum. Kendimi ancak toparlayabilmiş ve Bay Thompson’a nereye gidiyoruz diye sormuştum. ‘Melez Kampına’ dedi Bay Thompson. ‘O da nedir ? Tanrı aşkına dün gece neler oldu öyle ? O şey de neydi ? Büyükannem ve büyükbabam neredeler ? ’ Artık bağırmaya başlamıştım çünkü çok korkuyordum. Daha dün sakince atıma binerken akşamına evinizden apar-topar uzaklaşmak başınıza az gelecek türden bir şeydi. Bay Thompson’ın orman yoluna girerken son sözleri şunlar oldu. Ondan sonra sesimi bile çıkaramadım, ‘Bayan, anneniz ya da babanız -onları tanımıyorum. İşte onlardan birisi- her kimse o bir tanrı ya da tanrıça. Ve şu an sizi götürdüğüm kamp bir melez kampı. Sizin gibi anne veya babası tanrı olan çocuklar dış dünyadaki yaratıklardan orada korunuyorlar. Eminim ki kafanızda milyonlarca soru oluştu ama inanın bana sorularınızın bütün yanıtlarını orada bulacaksınız. Ve bu size yapılan bir şaka ya da doğum günü eğlencesi değil. Hepsi gerçek. Büyükbabanız beni çok önceden sizi korumam için tutmuştu. Gittiğiniz her yerde sizi izliyordum. Şimdi ise yapmam gerekeni yapıyorum ve sizi korunmanız için Melez Kampına götürüyorum…’