SeongJo Choi
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 17/11/10
| Konu: Choi Seong Jo Perş. Kas. 18, 2010 7:13 am | |
| Sunuyor olduğum bu RPG'nin daha önce bir post halinde yazılmış baş tarafı da bulunuyor, o yüzden ilk iki paragraftan sonra bir kopukluk varmış gibi gelebilir, ama gelmesin. İki kişi ile yapılan bir rp olduğu için daha öncesi de var bunun: - Spoiler:
Yaşlı parmakların bastığı noktalardan sinsi bulutlar yükselirken, önünde duran şişko çocuk elindeki telsizi çalıştırıp ağzına dayadı. “Jigglypuff’tan K9 Köpeği’ne! A planı başarıyla tamamlandı.” Yaşlı büyükannecik pasta paketi dâhil birçok delili ortadan kaldırıp çöpe attığında, gitmesi gereken yere yöneldi. Kızlar tuvaletinin boş olduğunu anlar anlamaz sıvıştı içeriye şişko Johnny’nin durumdan haber vermesi için, kızlar tuvaleti kapısının biraz yakınında beklemesi ve kendini kollaması gerektiğini söyledi ona. Casusluğunun ilk denemesinde pot kırmamak için her an tetikte olan kalın kafasını sallamakla yetindi Johnny. Casusluk kariyerine bir engel takılmasını istemezdi her halükarda. Bunu kaldıramazdı. Süper büyükanne kızlar tuvaletine girdiğinde, başındaki koca ve gerçekçi maskesini çıkardı. Beyaz tenli kıvırcık saçlı şişko büyükanne yerini zenci ve sıska bir adama bırakmıştı şimdi. Aynaya baktı. Alnından boncuk şeklinde bir ter damlası akıp yere düşmüştü. Saçlarını iki eliyle de geri iterek daha fazla zamanının kalmamış olduğunu ona telsizle haber veren Johnny’nin sesini işitir işitmez, takma şişko bacaklarını ve takma gövdesini de çıkardığına emin olup elindeki koca poşete tıktı. Saati dolmadan tüydü oradan. Johnny’nin kolunu sıkı bir şekilde kavrayıp biran önce şu kabuslar adası kılıklı havaalanından uzaklaşmak için adımlarını hızlandırdı.
Hala büyükanne taklidi yapıyormuş gibi zannederek farkında olmadan aynı ince, cırtlak sesini takındı tekrar. “Aferin evlat! İyi iş çıkardın!” Şişko çocuk çakma büyükannenin iki dakikalık yokluğunu fırsat bilip cebinden çıkarmış ve neredeyse yarılamış olduğu ekmek arasını ısırırken ağzı dolu dolu cevap verdi ona. “Merak etme, büyük anne faslını çoktan aştın Bay Kevin Miller! Artık şu aptal cırtlak sesinden vazgeçecek misin?” Bir santimlik boyuyla bile kıvırcıklığı belli olan kara saçlarını okşadı zenci herif. “Ah! Unutmuşum, kimse benim kadar görevine sadık kalamaz öyle değil mi?” İkisi birlikte gülmeye başlarlarken siyah tenli suratını hafifçe ve gururla yukarıya doğru kaldırdı Kevin. Gerçek sesi onu bir an için tatmin etmişti, ara ara kesilen tatminine iyi bir ilaç gibi. Yalnız, şişko Johnny gülmeyi fazla kaçırarak ağzındaki lokmayı Kevin’in suratına yapıştırıverdi istem dışı olarak. Kevin sinir bombası haline gelen suratını silmek için elini kaldırmaya bile tenezzül edemedi. “İğrenç çocuk!” Kevin’in kolları arasından sıvışmayı başaran Johnny ekmeğini döke döke kaçmaya başladı ondan. “Gel buraya seni pis velet, elimden kaçabileceğini mi sanıyorsun ha?” Son anda onu yakalayan Kevin ıslak suratından pis kokulu nefesini püskürterek şişko Johnny’ye yaklaştı. “Dikkatli olmalıyız! Bizim burada olduğumuzu kimse bilmemeli, SENİ GERİZEKALI!” “T-t-t-tamam, b-b-bi an için unutmuşum.” dedi Johnny şaşkınlıkla ve mümkün olduğunca seri hareketlerle havaalanını terk ettiler.
YoungJi bacağının artan acısına dayanmaya çalışsa da yine de ufak tefek inlemelerine engel olamıyordu. O pis cadı nasılda bedenini bir top zannedip fırlatmıştı. O koca karının karpuz kadar ellerinin yanında kendi vücudu tabiî ki de zayıf ve çelimsiz kalmıştı. Aralarında şüpheli Koreli çete üyesinin de bulunduğu üç kişilik casuslar korosu kahkahalarıyla yarış ediyordu kendi karargâhlarında. Ve YoungJi tüm bunlardan habersiz kilitli bir asansörden nasıl çıkılır, bunun planlarını yapmaya çalışıyordu, bir yandan da yaralarına katlanmaya çalışarak. Akira Jun Lee onun bu inlemelerine daha fazla katlanamamış olacak ki yarasına doğru yaklaşmış, incelemeye koyulmuştu. İlk olarak YoungJi klasik bir yanlış anlama refleksi takındı suratında. Bu refleksle bir santim geri çekilmesi Akira’nın da sinirini alt üst etmişti. YoungJi onun kendisine yardım etmek istediğini daha sonra fark edip geri çekilmekten vazgeçti, ama kendini öne de sürmedi bir anda. Sadece sakince beklemekle yetindi, artık bu saatten sonra her şeye razıymış gibi. Hemen her şeye değil elbette. Bugün şamar oğlanına yeterince dönmüştü zaten. Artık her şeye umutsuzca yaklaşır gibi bir tavır vardı halinde. Akira haklıydı. Kendini mahkemede savunacak bolca mazereti olmuştu bugün. Ama hangi suça bağlı olarak? Bu olaylar göz önünde bulundurulursa, Akira haklıydı, evet. Ama ya babasının çetesi konusu? Nedense şu saatten sonra Young Ji’nin şüpheleri iyice tavan yaptı. Tam aklına gelecek soruyu sormaya hazırlanırken, yırtılan gömleğin bacağını sıkmasıyla acısı daha da arttı ve diğer bir inleme sesi dudaklarının arasından acıyla çıkıverdi. Karşısındaki kişinin atleti de olduğuna dualar ediyordu içinden. Neden kendini böyle hissetmek zorunda kaldığını kavrayamasa da. İki kere koparttığı gömleğiyle artık giysiyi de umursamayan bu gencin aslında nasıl bir suçlu olabileceğini düşünmeye başladı şaşkınca. Başını silkti, bunu düşünmemeliydi. Düşünemezdi. Çünkü sinsi bir suçlu akla hayale gelebilecek her türlü şeyi denerdi sonuçta. Birinci senesi henüz bitmiş olan üniversitesinde, o kadar korece şarkı yazıp bestelemesinin ardından ajan olması onun işini daha da zorlaştırmıştı sanki. Aslında işini zorlaştıran sadece babasının durumuydu. Ajanlığın yanında konservatuar gibi bir seçeneğinin de olması onu rahatlatan en büyük etken olmalı değil miydi ve ajanlık işinde motivasyonunu yükselten önemli bir neden. Şarkılara kendini verdiğinde kafasına hiçbir problemi takmamış olması ne kadar da keyif vericiydi onun için. İlk sahne alışını anımsadı, ilk heyecanını. Kendi bestesi ve kendi sözleriyle. Canlardırdı gözlerinin önünde ilk sahne deneyimini.
Bir an olsun içinin rahatladığını hissederken bu hayalini kaba bir ses tonu bölüverdi. “İşte şimdi oldu. Madem öyle ya da böyle bu lanet işe bulaştım. Anlat bakalım… Tüm bu saçmalıklar ne anlama geliyor?” Bir an huzurla gülümseyen suratını yine kızgın, çatık kaşlara bırakmıştı Young Ji. İçini çekti ve sıyrılmış pantolonu ile rahat etmeye çalışmak adına bacağını uzatmaya kalktı, ama tam o sırada acı bir inleme daha koy vermişti. *Ah! Şu lanet!* Kafasındaki düşünceyi atıp kendini verecek cevabı için adapte etmeye hazırlandı. Bir anda her şeyi, tüm geçmişini ve ayrıntılarını anlatmayacaktı tabiî ki. Mümkün olduğunca temkinli yaklaşmaya çalışacaktı konuşurken, Akira'nın ağzından laf almaya çalışacaktı. Çantasına daha önceden tıktığı ajanlık onay belgesini çıkarıp onun önüne fırlattı hafifçe. “İşte ben buyum, bir ajan! Duraksadı. Zaten temkinli yaklaşmaya kalksa bile bunu başaramayacaktı. Kendisinin ajan olduğunu öğrendikten sonra gerisi çorap söküğü gibi gelecekti zaten. En azından şimdilik sahte kimliğinde geçen ve ajanlıkta kullandığı adını bilmemesinde fayda vardı.
“Adım Kim Young Ji! Almanya’ya bir-iki ay gibi kısa bir süre önce gitmiştim, Amerika’daki okulumun tatile girdiği sırada. Fakat Almanya’daki babam gizemli bir şekilde Amerika’ya firar edince, bunun sebebini öğrenmek için buraya tekrar geldim. Onun bir çeteye bulaşmış olabileceğini düşünüyorum, onun yandaşlarından biriyle daha bir gün önce Almanya’da görüştüm, Koreliydi kendisi ve oradaki yüzü çok farklıydı evet. Ama elime geçen belgeye göre…” İkinci bir belge daha uzattı ona. Belgedeki vesikalık resim Akira Jun Lee’nin resminin aynısıydı elbette. Bu da bir tuzaktı. Akira’yı da ne ara bulup foroğraflarını araklamış olmalarıysa şaşılacak şeydi doğrusu. Ama bu çete öyle bir organizasyondu ki her belanın altından kurtulmanın mutlak bir yolunu buluyorlardı. Young Ji’nin gittiği aynı fakülteye giden tek bir Koreli olduğunu daha önceden araştırıp öğrenmiş olan bu çete Akira’yı da anlaşılan çok öncelerden kurdukları pusuya alet etmişler ve bu uçaktaki rastlantıyı da önceden planlamışlardı. Kim düşünebilirdi bu kadar enli çaplı planı. Tabiî ki çetenin liderliğini yapan YoungJi'nin babası; JunPyo Kim. Ve YoungJi’nin hala babasının yediği haltlardan haberi yoktu. Kısa süren sessizliği yine YoungJi bozmuştu, cümlesine devam niteliğini taşıyan sözlerini sıraladı. “Adamın ismi aynıydı, ama sadece yüzü değişmiş diyemeyiz, ismi de seninkiyle aynı olmasa bile ben bunda yine şüphe görüyorum, *kendi adının değişmesini anımsayarak devam etti* hem yüzün bir estetik ameliyatı olma ihtimali var, yani senin o adam olma ihtimalin var. Yoksa bir gün sonra aynı uçakta neden bitebilirsin ki karşımda. Açıklayabilir misin bunu?” Young Ji hiç istifini bozmadan çantasının derinliklerinden kalın kaplı bir ajanda çıkardı ve arasındaki fotoğrafı bularak Akira’nın eline tutuşturdu. “İşte hurdaya benzeyen bir dükkan! Burada toplanıyordunuz, haftanın üç günü; Pazartesi, Çarşamba ve cumartesi günleri. Deliller bunu gösteriyor.” Daha hiçbir şey belli değilken bütün ihtimalleri sıralamıştı Young Ji, onunla aynı fakültede olduğunu geçen bir sene zarfında algılayamamış olmak, bu duruma bakılırsa normal gibi gözüküyordu. Anormal olan ise Koreli arkadaşı ile daha ilk seneden üniversitede rastlaşmamış olmasıydı. "Mi an ham ni da. Aro krom.."* Cümlesini tamamlamamıştı, ama her halükarda onu göz altında tutması gerektiğini açıkça ortaya koyuyordu bu kesik cümleyle.
*Özür dilerim Ama bu halde..
Hatta bu RPG'den önce yaptığım bir RPG'yi de takdim edeyim, biraz ters olucak ama belki başlara dönmek iyi bir fikir olur, kurgunun öğrenilmesi açısından: - Spoiler:
Sırtında hissettiği rüzgâr dokunuşları içini titretti bir süre. Havaalanına yeni inmişken henüz çantasını açma gereği duymamıştı. Bekleyenine yetişmek isteyenler koşar adımlarla ilerliyordu. Onu bekleyeni ise beklediğinden habersizdi. Ziyaretçilerin kavuşma anlarını izlerken, ona doğru gelen bir yolcu fark etti. Bu oydu. O genç. Kafasında uçuşan binlerce soru işaretini hayali eliyle yok etti. Elinde kendi çantasıyla aynı renkte bir çanta taşıyordu. Belki de bu tarafa gelmiyordur, diye düşünen Young Ji, sağına ve soluna bakındı yakınlarında insan var mıdır diye? Hayır, varsa belki onlara doğru gelebilirdi diye düşündü. Ama yok… İyice yaklaştığında, artık geçekten kendisine yönelmiş olduğunu bariz bir şekilde anladı. Acaba bir şeylerden mi şüphelenmişti? Uçakta kendisini mi fark etmişti acaba?* Bu imkânsızdı, çünkü YoungJi gayet temkinli adımlarla yaklaşmıştı ona. E, o zaman? Kanına susamış vampirin güçlü eliyle kavrayışı gibi, iyice sıkmaya başladı tuttuğu çantasını, sanki başına bir şey gelecekmiş gibi. “Bakar mısınız? Uçakta yanımda taşıdığım çanta…” Gözleri bu sefer daha önceki şaşkınlığının iki katını gösterircesine açılmıştı iri iri. Çünkü konu değişmişti, baya ilgisini çekti bu durum. Çanta üzerinden mi bir şeyler anlatmak istiyordu yoksa. Yoksa? Çocuğun elindeki çanta kendi elinde tuttuğu ile aynı renkti. “İyi misiniz? Bayan Ji …” Söylediğini duymamazlıktan gelip elindeki çantanın etiketine baktı direk. “Akira Jun Lee” "Ah! Bu olamaz!” Düşündüğü şeyin başına gelmemiş olması için dualar etti içinden. Çantasındaki belgeleri fark etmişti, gerçek adını söylediğine göre. Ajan olduğunu öğrenmiş olabilir miydi? Büyük ihtimalle, e bunun yanında suçluyu elinden de kaçıracaktı. Önünde duran şahıs hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandığına göre, kesin ona bir pusu kurmuş olmalıydı. Ah! Kaşlarını çatıp yutkunması aynı anda oldu. “İyiyim, iyiyim. Imm.. Sanırım..” Elindeki çantayı açtı ve karıştırmaya başladı, birkaç kitap ilişti gözüne. Biliyordu onun olduğunu, bütün deliller bunu işaret ediyordu zaten. Ama yine de ne olur ne olmaz düşüncesinin benliğini kemirmesine engel olup merakını gidermek istemişti. Bir soluk verme ile sözünü tamamladı.
“..bu çanta sizinmiş, doğru. Kusura bakmayın biraz karıştırdım ama. Ne olur ne olmaz!” Ağzından laf almaya çalışırmış gibi onu süzerken değiş tokuş yapmayı da ihmal etmedi. Çantasını kaptığı gibi ilk işi çantasını açmak ve içindeki evrakları kontrol etmek olmuştu. Bir tanesi bile eksik değildi, hepsi tamdı, yerindeydi. *Almamış, bu iyi.* Endişe dolu gözlerini çocuğun suratında gezindirdi tekrar. Suratını biraz daha yaklaştırmıştı onun suratına. Kendini öyle bir kaptırmıştı ki, başparmağı ve işaret parmağıyla çocuğun yanağını sıkıp sahte mi değil mi incelemeye koyuldu. Önünde duran bir çift şaşkın göz kendine çeki düzen vermesini sağladı ve ellerini çekti onun suratından. “Hiç daha önce estetik ameliyatı yaptırıp yaptırmadığınızı merak etmiştim.” Biliyordu, söylediği sözün son derece saçma olduğunu, önünde duran suratta da hiçbir değişme yok gibi görünüyordu. *Ama belki de teknolojini son harika ürünlerini kullandırmış, bir yığın para harcamıştır bu estetiğin daha doğal görünebilmesi için. Bu beni aldatmaz, yakalarım!* Dudaklarını sanki hiç açmamacasına birbirine kenetlediği sırada, bir adım attı yürümek için geriye çevirdi zaten küçük bir açıyla dönmesini gerektirecek başını. “A-Akira Jun Lee! Daha çok bir Koreli’ye benziyorsunuz, kimbilir belki de Koreli-Japon melezi de olabilirsiniz.” Gevezeliğini gösterip sözü hiç karşı tarafa bırakmıyordu yine. Ama aklına gelebilecek her türlü tahmini de yürütüyordu. Binlerce Koreli görmüş bu bir çift göz artık ırkları kolay ayırt edebilecek iki deha olmuşlardı. On dokuz yaşında olmasına rağmen, beş yıllık bir ajanlık tecrübesine sahipti. Ajanlığının ilk senesinde yapmış olduğu ufak sakarlıklar hariç. “Ve bir de merak ediyorum da.. Acaba?” Ona sormaya yeltenemiyordu bunu. Adından başka nelere şahit olmuştu acaba? Ajan olduğunu fark edip etmemiş olması gerçekten büyük bir merak konusuydu. Young Ji’nin paronayak karakterine bakılacak olursa o her şeyi fark etmiş gibiydi. Ama bilmediğini düşünecek olursa onun yanında daha fazla durması onun aleyhineydi. Bir an önce veda anlamında başını eğip kaldırdıktan sonra Bay Lee’nin yanından uzaklaştı. Ama gözden ırak olduğu anda sinsica bir yere saklanıp onu gözetlemeye başlamıştı. Kararlıydı, her nereye giderse gitsin bu genci takip edecekti. *Keşke çantayı daha önceden açıp onun adresini görebilmenin bir yolunu bulsaydım.* Ama artık çok geçti. Aslında o kadar da geç sayılmazdı hani.
Kendisini gizleyen duvarın önünde yaşlı bir kadınla yeğeni gibi duran küçük bir çocuk oturuyordu. Young ji sadece bir şeyi fark etmemişti. Bir adım atmıştı duvarın görünmez kısmına daha iyi varabilmek için, fakat tam o sırada ayağına sıvı bir his geldi, bir paket yırtılma sesinin ardından. Vıcık vucuk edip duran bir ses. Adımı ilk atan ayağına doğru gözlerini indirdiğinde gördüğü manzara şok ediciydi. Ayağı bir pasta paketinin içine girmişti. *Olur, şey değil, nerden çıktı bu böyle, hem yerde ne işi var?* “Oh! Bai du an de!”(1) Şişko çocuk gelen ses üzerine yere çevirdi bakışını ve sonra Young Ji’ye. Suratını ekşitti, somon balığı gibi duran ağzı neredeyse çenesi kopacak gibi açılmıştı. “Büyükanne! Büyükanne! Ablamın doğumgünü pastası gitti.” Diye çekiştirmeye başladı büyükannesini omzundan. Yaşlı omuzlarıyla çocuğun gösterdiği yere doğru eğilen büyükannenin de bu manzarayı gördükten sonraki surat ifadesi en az çocuğunki kadar tüyler ürperticiydi. “S-sen.. Benim yeğenimin..” Yerinden kalktığı gibi Young Ji’nin pastanın içinde olan bacağına vurmaya başladı. Young Ji ise ne olduğunu hala şok içinde idrak edemeyerek geri geri sendelemeye başladı. “Bakın.. Bakın bayan bilerek olmadı ve ben…” ”Kapa şu lanet olası çeneni, pis çekik gözlü!” *Vay.. Irkçılık ha?* ”Bakın bayan borcum neyse ödeyebilirim.” Yaşlı büyükanne bu sfer iyice suratını buruşturup kızın yakasına yapışmıştı. “Borç mu? Sen neyden bahsediyorsun pis cadı? Almanya’dan dönen yeğenimin tam da bugün doğum günüydü. Ona sürpriz partiyi burada hazırlamıştık ve sen her şeyi berbat ettin? Gelmesine ramak kalmışken… Şimdi sana ne yapıcam biliyor musun?” Büyükanne onu kolundan tutup sürüklerken, pasta kıvamını alan ayakkabısını ve çorabını çıkarmaya çalıştı, bir yandan da büyükanne ile uzlaşmanın yollarını arıyordu. “Bakın! Ben birinden gizleniyordum o yüzden saklanmıştım.” “Ya demek birinden gizleniyorsun, yoksa şu çocuktan mı?” Young Ji’nin tam da işaret ettiği bölgeyi fark etmişti yaşlı ama bu haliyle bile dinç görünen kadın. Demekki insan sinirlendiğinde gerçekten de yaş fark etmiyordu. Young Ji yutkundu, duvara yaslanmış gizlenirken, Bay Lee yanında kimliği belirsiz bir kişiyle yavaş adımlarla Young Ji’i gerilerinde bırakmışlardı. Ama süper büyükannenin kafasında kurguladığı başka bir şey vardı anlaşılan. “Tam tahmin ettiğim gibi… Sana aşkından yılışıp duran bu çocuktan kaçtığını nasıl da anladım. Ben kül yutmam, tamam mı? Demek ondan gizlenmeye çalışıyorsun? Bunu biraz zor yaparsın.”
Hiç umursamadan kolundan daha bir sıkıca tuttuğu Young Ji’i çocuğa doğru sürükledi büyükanne ve intikamını almanın mutluluğuyla ikisini tekrar bir araya getirmeyi başardı. Young Ji son anda büyük annenin elinden kurtulup ta dibindeki asansöre binerken, büyükanne bunu fırsat bilip Akira’yı da ittirmişti asansörün içine doğru. Ve otomatik kapı anında kapanıverdi. Sacramentonun lüks havaalanına bitişik alışveriş merkezinde bir asansörü bulundurmak kolaylıktı elbette, ama şuan için büyük bir felaket olacağı kesindi. Bir elindeki pasta kokulu çorap ve ayakkabısı diğer elindeki çantası sekiz kişilik asansörde savrulmuştu. Ve açılan bavul ve yere saçılan evraklar ordusu. Belgedeki koca “AGENT” yazısı… Artık bu zamana kadar bilmemiş olsa bile, Jun Lee’nin öğrenmemesi için hiçbir neden kalmamıştı. Bütün sonuçlar ortadaydı. Nedenleriyle birlikte… Aklına toplamak gelmedi evraklarını, baka kaldı öylece. Şaşkındı, her şey nasıl da bir anda olup bitmişti. İdrak damarları bu şırıngayı içememişti bir türlü. Başını çaresizce iki elinin arasına aldı. “Artık biliyorsun değil mi?” Kovalarken, yakalanan olmuştu. Ama hala bu şahsın suçlu olabileceği ihtimalini çoğunlukta kazımıştı beynine. Her an böyle bir durumla karşılaşma ihtimaline bağlı olarak yüzde yüksek bir ihtimalle asansöre tıkılmışsa bu gerçeği de göz ardı etmemek gerekirdi. Onun suçlu olabileceği gerçeğini… Sanki ani bir haber almışçasına hemen ayağa kalkıp asansör tuşlarına sarıldı. Kadın onları boş asansöre atar atmaz, en üst kat tuşuna basmayı ihmal etmemişti. Ve şimdi bodrum kata inme zamanıydı. “Hemen aşağıya iniyoruz, artık sen de bu ağa takıldığına göre benimle gelmek zorundasın!” Tuşlara basmaya çalıştı, ama takılmıştı, çalışmıyordu hiçbiri. Tekrar tekrar denedi, olmadı ve en sonunda yumruklamaya başladı hıncını alamayıp. “Anyo! Anyo!”(2) Bacağında bir ağrı hissetti. “Ah!” Kanıyordu. Büyükannenin peşinden sürüklenirken bacağının yere çarpmış olduğunu şimdi hatırladı. Dizinden ve ayak bileğinden yara almıştı. Ama umursamadı, yere çömeldi umutsuzca.
(1)*İnanamıyorum. (2)*Hayır, olamaz!
| |
|
Athena Admin/Tanrıça/Kamp Müdiresi
Mesaj Sayısı : 5210 Kayıt tarihi : 16/08/10
| Konu: Geri: Choi Seong Jo Perş. Kas. 18, 2010 9:43 am | |
| Üzgünüm SeongJo, Olimpos'ta sadece PJO (Percy Jackson ve Olimposlular) kurgusuyla ilgili giriş rp'lerini kabul ediyoruz... Değiştirmeni bekliyorum. | |
|